Tuttuğu takımla sevgilisi arasında kalan erkeğin halinden çoğumuz az çok anlarız herhalde. Murat Şeker de anlıyor. Ve anladıklarını son filmi Aşk Tutulması’nda bizimle paylaşıyor.
Murat Şeker ile bir önceki filmi Plajda vesilesiyle görüşüp söyleşmiştik. Üstünden çok geçmedi, kendini, daha doğrusu çoğu erkeği çok ilgilendiren bir mevzuyu filme çekti. Şu sıralar sinemada gösterilmekte olan Aşk Tutulması tuttuğu futbol takımıyla, sevgilisi arasında kalan bir erkek hakkında. Birbirine hiç benzemez bu iki aşkı hayatınızz muntazam bir şekilde yerleştirmeniz gerçekten zor. Üstelik iki taraf da birbirinden hiç hazzetmiyor.
Nick Hornby’nin Futbol Ateşi (Fever Pitch) kitabı sayesinde iki kez sinemaya çekilen bir konu aslında bu. 1995’de David Evans yönetmenliğinde, 2005’te ise Farrelly Biraderler’in kamerasından izledik bu hikayenin filmini. Tabi o filmin kahramanları ne Türk’tü, ne de Fenerbahçeli. Bu iki fark bile tek başına yeterince ilginç kılıyor bu filmi. Üç filmli genç yönetmen Murat Şeker’e sormaya başlıyoruz merak ettiklerimizi…
Atamızın izinden gidiyorsun diyebilir miyiz, az zamanda çok film…
Tabii ki en temeldeki esin kaynağımız Atamız. “Az zamanda çok iş yapmak” felsefesiyle yola çıktık sinema yolculuğumuza. O gazla da devam ediyorum.
Son filmin futbollu bir romantik komedi. Bu proje hep var mıydı aklında?
Uzun süreden beri vardı ama tetikleyen 2 sene kadar önce 14 Şubat Sevgililer Günü’nünde kardeşim Uğur’un başına gelen bir olay oldu. Askerden yeni dönmüştü ve 14 Şubat’ta FB-AZ Alkmaar UEFA maçı vardı. Askerden FB’ye de özlemle dönen kardeşim maça gidince o zamanki nişanlısı doğal olarak kıyameti kopardı. Uğur da 30 yıllık sevgilisi Fener’i tercih ederek benim içimdeki projeyi ateşlemiş oldu. Gerçi şimdi Pınar’la evlendiler, mutlu son ama ben bu arada Selami Genli’yle Aşk Tutulması’nın senaryosunu yazmıştım bile.
Yeni filmin senin iyi bildiğin bir dünyayı anlatıyor, bir hikaye anlatıcısı için bu büyük bir avantaj değil mi?
Zaten çıkış noktası olarak kendimi ve yakın çevremi almamın en büyük sebebi de bu: Sıcak ve bize dair film yapmak. Hakiki bir Türk filmi yapmaya çalışmak büyük bir avantaj demek aslında. Sadece antin kuntin ithal özentilere ve bazı “sinemasal karizmatik” meselelere biraz sırt çevirmek şartıyla bu mümkün tabi. Mimar Sinan’da okudum ve Lütfi Akad, Metin Erksan gibi ustaların çırağıyım. Onların anlatım diline yaklaşmaya çalıştım. İçim rahat filmle ilgili. Becerdiğimizi düşünüyorum.
Nick Hornby’nin Futbol Ateşi adlı filmi iki kez sinemaya uyarlandı. Özellikle Hollywood uyarlamasıyla (futbolun yerini beyzbolun alması haricinde) tema olarak epey aynı gibi görünüyor sizin filminiz. Eleştirilere hazır mısınız? Bu benzerliğe dikkat çekenlere ne diyeceksiniz?
Bu normal çünkü her projenin dirsek teması olan başka işler olur, esin kaynakları olur. Ama aşk ve futbol gibi günümüz dünyasının iki popüler olgusunu kimse sahiplenemez herhalde. Senaryoyu yazarken hem Nick Hornby’nin kitabını okudum, Selami İngiliz versiyonunu seyretti, ben ise Amerikan versiyonunu izledim. Ki benzerlikleri en aza indirgeyelim diye. Yani yaşadıklarımız başkalarının yaşadıklarına benziyor diye ne hayatımızın ne de eserimizin orijinalliğinden şüphe duyamayız. Milyonlarca insan hem aşık oluyor hem de futbol taraftarı. Bu açıdan bakılınca da konumuz hiç de sıradışı sayılmaz zaten.
Bu sezon çok sayıda Türk filmi izleyeceğiz. Bu şartlarda oldukça yüksek bir sayıda salonda gösterime giriyor filmin. Bu neye bağlanabilir?
102 kopya ile 24 Ekim günü vizyondayız. Ve o hafta 10 filmin birden gösterime gireceğini düşünürsek gayet iddialıyız aslında. Sadece Testere 5 bizden fazla kopyaya sahip. İnsanlar ve özellikle de sinema salonu sahipleri filme inandılar bence. Çünkü Aşk Tutulması sıcak ve eğlenceli bir Türk işi romantik komedi. Biraz da özlenen bazı konulara kapı açıyor film. Bu da insanlara fragman ve afişten bile geçiyor bence. İnsanlar cana, sevgiye hasret.
Film bir erkeğin (çoğu erkeğin) hayatında iki vazgeçilmez unsur olan futbol ve sevgili çevresinde bir hikaye anlatıyor. Bu iki unsur arasında kalan erkek ne yapmalı gerçekten?
Tabii ki adamına göre değişir, maçına göre değişir. Ama eğer ki her şeyi göze alacak kadar dediğim dedik bir adam değilseniz biraz politik davranmak gerekebilir. Bazen maça sevgilinizi de götürmek bir şık olabilir. Çok nadiren de maça gitmemek. Ama neresinden bakılırsa bakılsın bu evrensel bir açmaz. Zaten bu açmazın tam bir cevabı olamadığı için bir film yaptık. Biz aslında şu soruya cevap aradık : Takımına duyduğun aşkı ve sadakati bir kadına gösterebilir misin? Çünkü takım tutkusunda karşılıksız bir aşk var. Diğer tarafta ise karşılıklı bir aşk ilişkisi.
Bu çatışmanın senin hayatına komik yansımaları oldu mu?
Olmaz mı ? Eski sevgilim bir Beşiktaş maçı öncesi ağladı, kıyametleri kopardı. Bir pazarda benimle kal, diye. Hem de tez hazırlıyordu ve yardıma ihtiyacı vardı. Biletimi bir kankaya ilettim ve oturduk çalışmaya. Benim en büyük totemim maçları tribünde, Kadıköy’de seyretmektir. Maç başlayıncaya kadar makuldum. Radyodan dinliyordum. Ve golü yiyince içimdeki canavar hortladı. Tezine de, sana da diyerek evden çıktık. Gittik Balıkpazarı’na maçı TV’den seyrettik. Tabi olmadı. Kıza yaranalım derken totem bozuldu ve maçı 2-0 kaybettik. Onu hiç bir zaman affetmedim. Küçük bir kapris yüzünden yenilmiştik. Zaten maç saati süresince ben çalışamam ki.
İlk filmini çeken yönetmen, Sinan Çetin gibi bir yapımcıyla çalışan yönetmenden sonra şimdi üçüncü filmini çeken yönetmensin. Senin hayatında ve film çekme sürecinle ilgili olarak ne değişti?
Her filme daha tecrübeli olarak başlıyorsun. Hangi yönlerin iyi, nerelerde zaaf var onu daha iyi kavrayarak. Bu projede senarist, yönetmen ve yapımcı sıfatlarıyla bulunuyorum. Ve yapmak istediğim filmi yapıyorum. Yapımcı ortağım Timur Savcı da rasyonel bir adam ve beni yükseltiyor. Dolayısıyla her şey yolunda gitti diyebilirim. Ben de kendimi geliştirerek yoluma devam ettiğimi düşünüyorum. Herhalde bir daha Sinan gibi ticari yanı ağır basan bir yapımcıyla çalışmam diye düşünüyorum.
Filmde maç ya da tribün görüntüleri var mı? Bunları çekmek ya da elde etmek kolay oldu mu?
Hem stad içinde maç oynanırken (FB – Gençlerbirliği ve FB – Kayseri) çekimler yaptık hem de FB stadını kiralayarak oyuncularla sahneler gerçekleştirdik. Bunlar için hem federasyon hem Digitürk’ten izin aldık. Ve tabii ki Fenerbahçe spor kulübünden. Ayrıca Digitürk bize maçı maçların ses ve görüntü kayıtlarını da verdi. Kısacası renkli bir yanı oldu filmin maçlarla ilgili. Ama peşinen söylemeliyim 96dk.lık filmin sadece 2-3 dakikasında bunlar var. Bu bir aşk filmi ve iyi oyuncuları seyretmek daha ilgi çekici bana kalırsa. Yani daha fazla maç görüntüsüsün filmden izleyiciyi koparacağını düşündüğüm için çok kullanmadım.
Bu seninle yaptığım ikinci röportaj artık senin de bir filminde bana küçük de olsa bir rol vermenin zamanı gelmedi mi?
İnşallah bir daha ki filmde. Tabi ağır şartları baştan kabul ediyorsan.